kuru otlar üstüne ile başlayıp metin akpınar ve kızları ile biten bir yazı!

 memleketin gündemi öyle hızlı değişiyor ki, ben daha nbc'nin kuru otlar üstüne filmi üzerine kendi taşra deneyimim ile film & yemek ilişkisi üzerine bir kaç satır karalayacakken hoop gündeme metin akpınar/tek gecelik ilişki/ikiz kızlar geldi oturdu. hiç canımız sıkılmıyor bu memlekette, hiç. 

nbc'nin filmini izleyip çıktığımda bu nasıl film! nidalarıyla kendi kendime konuşurken boğazım kurumuştu. arkadaşımın kafesine girdiğimde o yoktu ama bir maden suyu verin çocuklar bana, deyip buz gibi maden suyunu içe içe eve gelip laptopu açtım. film beni tabii ki sarıkamışta kaldığım yıllardan ve taşrada geçen çocukluğumdan tabiri caize ümüğümden yakalamıştı! çok önce çok yazdım; taşranın ciğerini bilirim. filmdeki nuray'ın arkadaşlarını yemeğe çağırırken takındığı tavrı da, tek başına gelen samet'i içeri alırken yaşadığı tedirginliği de iliklerime kadar hissettim izlerken! çünkü hepsini birebir yaşadım/yaşadık o zamanlarda. o bekar evleri, o beceriksizce kurulu sofralar, zeytin kaseleri, minicik tavada yapılmış yemekler... 

kar kar kar beyazlık beyazlık beyazlık bitmeyen uzun geceler... bazan ateşe verdiğimiz!

şu an bile içim sıkıldı yazarken. üzerinden 30 sene geçmiş olmasına rağmen! 

hemen hemen izleyen hepimizin hadi bir parça abla olanların daha çok içini acıtan ortak bir sahne var; bot sahnesi. içimizi dağladı o sahne, içimizi! o fakirliği de gördüm, sarıkamışın bir köyünden gelip üç kardeş okumak için büyük çaba veren küçücük çocukları da. kars-ağrı gerçekten çok başka coğrafyalar, gitmeyen görmeyen uzaktan pek bişey anlayamaz. 

nuray ile samet'in masa sohbeti muazzamdı. o kadar peş peşe ve didaktik olmasa da defalarca o sohbetleri sadece sarıkamışta değil, gezmeye nefes almaya gittiğimiz erzurumda, kayak evinde ya da ülkenin batısına gelip girdiğimiz tartışmalarda hep yaptık. üzücü olan hala yapılıyor olması. 

nbc'nin sanırım bütün filmlerini izlemişimdir. bunu ayrı bir yere koyuyorum, hem yukarıda yazdıklarımdan hem de bizi filmden çıkarıp sette dolaştırdığı başka bir sinema deneyimi yaşattığı sekanslardan dolayı. çok başka bir şey yapmış bu sefer nbc. 

film, yemek ve bekar evindeki sofralar kısmıyla da tamamıyla gerçek. öğretmenler odasında kurulan kahvaltı da gerçek, ben öğretmen değilim ama bizim de ya mutfakta ya da herhangi birimizin masasında aynı kahvaltı sofrasına benzer sofralar kuruldu orada çalıştığımız süre boyunca. benim yemek ile ilişkim iyidir, ama o zamanlar bırakın yemek pişirmeyi yumurta kırmayı beceremeyen bir genç kadındım. yemek ile ilişkim çokkk sonra tuğrul şavkay okuyarak başladı, şimdi yemek yapabiliyorum. ama hala daha bir restoranda yan masalara giden tabaklar ilgimi çekiyor, çaktırmadan bakıyorum, benim bilmediğim ne yiyorlar acaba temelli merakıma engel olamıyorum. e tabii merak olunca enteresan şeyleri de tadıyorsun; arkasından bakakalıp karşımda oturan sevgilime o tabakta ne var, bak bi diye fısıldadığımı sansam da tabağın gittiği çift bunu duyunca  kalkan balığı ciğeri! ızgarasını bizimle paylaşmıştı:) niye, çünkü ben merak etmiştim. başkası yokmuş, sipariş verilemeyecek bişeydi vs vs. ipek gibi dokusu olan bir şey olduğunu şu an bile anımsıyorum. neyse, dağıttım konuyu, toparlıyorum. seyahatlerimde de yeme içmenin peşine düşüyorum, müzeden çok. 

kuru otlar üstüne, bitti, eve geldim. okudum, twit attım uyudum. sabah uyandığımda canım o beden eğitimi öğretmeninin ''kalmasın diye yiyorum'' diye diye ekmek banıp yediği menemenden istiyordu! yaptım, yedim. 

bu arada sinemada film izlemeyi özlediğimi fark ettim. gayet güzel bir salonda (vip salonmuş 19 kişilikmiş) yatak olan koltuklarda kahve içerek film izlemek gayet güzeldi. kalabalıktan, mısır yiyenlerden, sanki şirketleri var da o da ceo gibi sürekli telefonuna bakanlardan hiç hoşlanmadığım için sinema salonlarını tercih etmiyordum uzun zamandır. ama bu salonda tek başıma hadi biri daha olsun mümkünse sevgili, izlemeye varım. 

yazı elimden tıkır tıkır çıktı. iki gündür bunları geçiriyordum çünkü kafamdan. 

geleyim metin akpınar olayına; tek gecelik ilişki üzerine çok bir şey yazmayacağım, adı üstünde. bunun sonrasında yaşananlar ise ne kısa ne de tam olarak açıklanabilir bizim gibi uzaktan okuyanlar için. kadın, adam, adamın karısı, kızlar, onları evlat edinen aile çok taraflı bir olay. 

kısadan şunu deyip bitireceğim yazıyı; kızlar gerçeği öğrendikten sonra, bunu metin akpınar ile paylaşıyorlar. adam bunları tam 14 yıl oyalıyor. ne nüfusuna geçiriyor ne kamuoyu ile paylaşıyor. kızlar da dava açıp her ikisini de alıyorlar/kazanıyorlar. kızlar haklı. olay kesinlikle ilk aşamada para değil, kabullenilmek, kamuoyu ile paylaşılmak; niye kamuoyu ile? çünkü adam kamuoyuna malolmuş  bir adam ve  yine kamuoyunda çok ''adam'' çok ''demokrat'' çok ''iyi'' çok ''yetenekli'' diye bilinen biri. işte bu yüzden bu adamlıktan demokratlıktan iyilik halinden paylarını almak istiyor kızlar. adam vermeyince de yasal yollarla alıyorlar. iyi yapıyorlar. ister misin bir de şimdi karısı boşasın akpınar'ı diye aklımdan bir düşünce geçti ama yok, boşamaz. çünkü 14 yıldır karısı  biliyordu olayı. o zaman boşamayan şimdi hiç boşamaz. çünkü şimdi ikisi de epeyi yaşlılar. 

son söz; kızlar bence dijital platforma satsın bu hikayeyi. bu saatten sonra akpınar'ın mirası da isminden gelecek bütün gelirler de hoş helal olsun kızlara. 

ay benim pazara gitmem gerek. evde bırak yemek yapacak salata yapacak malzeme yok! 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

eminönü'nden cihangir'e istanbul

jestler jestler jestler... bir ilişkide olması gerekenler

istanbul yanıyor!