gazete okumak, itlik serserilik, nişantaşında kokoşluk

 okuma yazmayı gazetelerden söktüm ben; 78'lerde ( 73'lüyüm ben ) evimize beş gazete giriyordu. bir de dergi, dergi doğan kardeş olabilir, çok emin  değilim ama şu kadarını söyleyeyim, cağaloğlu yokuşu diye bir yerin olduğunu istanbulda o zaman biliyordum. mevzu uzun ve hafızamda bölük pörçük kalan bir olay, geçelim. beş yaşına kadar tek çocuk olduğumdan gazeteler en büyük zaman geçirme yoluydu benim için yaşadığım coğrafyada o zamanlarda çocuk parkı falan hak getire olduğundan. neyse, ağlaklık değil, durum anlatımı. hala daha gazete okurum; hem de her sabah! hürriyet, milliyet, internet gazetelerinden duvar,  diken, artı gerçek, bianet, habertürk'ten oray eğin'in köşesi ilk aklıma gelenler. basılı gazetelerden agos, şalom ve bingo bugün le monde diplomatique türkçe. bağımsız medyada yazan bir kaç arkadaşım var, onların yazılarını da okuyorum ya da göz gezdiriyorum. sabah iki fincan kahve ile en sevdiğim rutinlerimden biri bu. sahilde isem internet yok ise gazete bayii yoksa minibüs şoförüne para verip kasabadan gazete getirttiğim zamanlar da vakidir. kısacası, severim ve eksiklik hissederim medya turu yapmadıysam. 

kimleri okudum/okuyorum; hürriyetten, savaş özbey, onur baştürk, müge akgün, bazan ahmet hc.:) (mutlaka eleştirecek bi'şey yazan bir isim ahmet) ebru erke, cihan şensözlü ve diğer bir kaç dedikodu yazarı 

milliyetten, asu maro, mehmet tez. biri yazdıysa öbürü yazmıyor, onu fark edeli çok oldu. ikisini de severek okuyorum bir tık mehmet tez'i daha çok beğendiğimi yazmadan geçmeyeyim. 

alternatif medyadan; osman özarslan, irfan aktan, hakan gülseven, aris nalcı ilk aklıma gelen isimler. 

eskiden, çok eskiden bir gün'e abone bile olmuşluğumuz var bir iş arkadaşımla;

'' masada ( çalışırken) bir gün vardı, burası handan'ın masasıdır.'' deyip odada beni bekleyen arkadaşlarım olmuştu o zamanlar. bir gün, bir nevi imzaydı o zamanlar artık o halleri kalmadı tabii. geçelim. 

benim için okuduğum köşe yazısı kafamı açmalı; yoksa olayları alt alta dizip, google marifetiyle istatiksel bir takım ''bilgiler'' veren yazıları sevmiyorum. ortada senin düşüncen yeni bir şey var mı, ben ona bakıyorum. öbürü enter marifetiyle ve bana bir şey vermeyen yazılar, okuduğum zaman  aaa bak bu olaya bir de bu bakış açısı varmış, dedirtecek bir yazı ise eyvallah. değilse göz at geç. 

medya/basın dedikodularına evvelemir  bayılırım! kim / kimdir diye okuduğum romanlar vardır, bizim  köşecilerin kaleme aldığı. 

ay ay ay tuğrul eryılmaz'ı nasıl unuturum!? ''düzeyli dedikodu'' ahahhahaha cihangirde leyla zamanlarında ne dedikodular ne dedikodular ve  leyla barın kapısında muhtar gibi oturup herkeslerin dedikodusunu yaptığımız zamanlar... ne leyla kaldı, ne müdürü ş. ne de o eski bir yanımda bir gyy öbür yanımda bir başka gastenin gyysi sabahladığımız leyla'ın kocaman barının olduğu zamanlar! 

*** 

itlik serserilik, en sevdiğim şeylerden. sabah 10 gibi evden çıkıp, gideceğim yere dair  bazan hiç bir planım olmadan şehirde turladığım, öğle içkileri içtiğim, sokak yiyeceklerinin dibine vurduğum saatler. sergiler, marketler, denk geldiğim son anda girdiğim konserler, semtine göre değişen meyhaneler, dedelerin meyhaneleri dediğim semt meyhanelerini keşifler, alışverişler bazan saçma sapan tabirinin az geldiği, karşılaşmalar, ufak flört kıvılcımları; havada asılı kalan, yüzümde kocaman gülümsemeler ile eve döndüğüm zamanlar, ve şimdi olduğu gibi üstüme yapışanları silkelemek gibi yazıya döktüğüm anlar.   bu anları çok seviyorum. 

***

nişantaşı demek kokoşluk demek benim için. sabahın erken saatlerinde de yürüdüğüm vakidir bu semtte; bir podyum gibidir sabahları nişantaşı; tezgahtar olduğuna bin şahit isteyecek yakışıklılıktaki genç adamlar  ve manken olduğunu düşüneceğiniz güzellikteki kadınların ellerinde karton bardakta kahveleri ile arzı endam eyledikleri... avmleri de sabahları severim; herkes dinlenmiş, taze, fresh işinin başında dükkanlar henüz açılmış, tertemiz ışıklı ve aradığım bir şey varsa bir eleman yakalayıp hemen hallettiğim zamanları olduğundan. çok insan, çok hareket, çok ses  sevmiyorum. bu da hem istanbulda yaşayıp hem de açıkça  diyeyim artık birazcık 50 yaş huysuzluğunun üstüme çökmesi ile alakalı bir durum sanırım. başka bir mevzu bu, geçelim. 

atiye sokak mutlaka yolumu düşürdüğüm bir sokak keza ahmet fetgari/fetgeri, sonra reasürans çarşısı ve daha bir takım mağazalar; kafam kadar yüzüklere baktığım, nişantaşı tarzı esnaf lokantalarında öğle içkilerine&yemeğine oturduğum mekanlar. 

bugün mesela önce yeniden açılan zihni idi ilk durağım. burada yaşamazken bildiğim mekanlardan biri de zihni bar'dır. kim bilir hangi köşede hani anı kitabında okuduğum! yine hiç gitmeden bildiğim ece aksoy mekanları gibi. zihni, yeniden açılıyor; imza kokteylleri ve iddialı yemek menüsü ile. yakın zamanda bir ziyaret ederim. 

bir başka nişantaşı mekanı; alman bira evi. bol baharatlı bir patates ve arpa suyu:))) ile sokaktan gelip geçenleri izleyip, turuncu çoraplı abiyle lafladığım fiyat kalite performansı gayet güzel bir bar. 

kokoşluk güzel şey. 

*** 

yazmaya, okumaya, gezmeye, flört kıvılcımlı kısa anlara bayılan biriyim. bunları yaptığım zaman çok mutlu oluyorum. sonra evime dönüyorum, bir film izliyorum, yemek ve siyaset kitaplarından minik bir dağ oluşturmuş okumamı bekleyen kitaplarıma bir göz atıp okurum ya n'olcak hele bir yağmurlar başlasın, deyip gülümseyerek klavye tıkırdatıyorum. 

serserilik ve flört kıvılcımları ile kalın. 


Yorumlar

  1. Ben de senden duydukça gazete yazıları okumaya başladım. Cuma sabahlarına Tuğrul Eryılmaz'la başlamak büyük keyif.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

eminönü'nden cihangir'e istanbul

jestler jestler jestler... bir ilişkide olması gerekenler

istanbul yanıyor!