yemek ve yemek odaklı gezmeyi, restoran/bar/meyhane keşfetmeyi ne kadar sevdiğimi biliyorsunuz. yeni yerler keşfetmek kadar hem istanbulun hem de benim klasiklerimi gezmeyi ayrıca sevdiğimi de. hamdi restaurant da yıllardır zevkle gittiğim yabancı misafirlerimi son dakikada götürsem de yer bulup çözüm sağladıkları bir mekan. yöneticilerinden uluğ bey eski gazeteci; onunla seçim dedikodusu yapmak, memleketin siyasetine dair konuşmak ayrı bir zevk. bu sefer de öyle oluyor. başka bir derginin röportajı bitmiş iken ben giriyorum mekana, tanışıyoruz diğer arkadaşlarla kısa da olsa sohbet ediyoruz. onlar ayrılıyor biz sohbete devam ediyoruz. ben soğuk bir beyaz ile başlıyorum, çünkü taa perşembe pazarında indim otobüsten ve yürüdüm. güneşli ve nefis bir manzarayla köprüde yürümek her zaman favorim. gerçi ben bu köprüde her manzarada ve havada yürüdüm. dağıtmayayım konuyu, hamdi restaurant diyordum.
beyaz şarap ile bir fındık lahmacun yiyorum. çıtır çıtır hiç garnitür falan koymadan sarıp hemen üç lokmada bitiriyorum:) nefis fındık lahmacun
kebap seçimini bana bırakıyor uluğ bey, patlıcanlı diyorum tartışmasız. çünkü ben kebapların hepsini çok seviyorum ama en çok patlıcanlı kebap seviyorum.
soğan patlıcan ve etin muhteşem uyumu!:)
kullanacağımız stratejik oyları konuşurken tatlı için tercihim hamdi spesiyal olacakken uluğ bey bir tane de şöbiyet koyun diye servisle ilgilenen arkadaşı uyarıyor. neden olduğunu sonra anlıyorum, çünkü bu şöbiyet muhteşem! hakikaten hem kaymağı ve şurubu hem fıstığı bu kadar bol ama bu kadar uyumlu bir şöbiyeti tutturmak zor olmalı. ama olmuş işte. bu güzellik burada kalmamalı deyip eve de alıyorum. restorandan çıktığımda o kadar keyifliyim ki bir ıslık tutturup köprüyü yine yürüyerek geçip balık pazarını geziyorum.
hamdi restaurantın değişmeyen müdürü uluğ bey ile klasikleşen bu menü tadımlarımız için teşekkür ederken serviste müjdat ve faruk beyler vardı onlara da buradan bir kez daha teşekkür edeyim.
***
evet ne diyordum, balık pazarı. hah balık pazarını gezince hemen bitişiğinde olan akın balık'a uğramadan olmaz. istanbula taşındığımdan beri gittiğim bir balıkçıdır. italyanlara benzeyen arkadaşım da yöneticisidir. ben kebap yemeğe giderken o henüz kahvaltı yapıyordu. şimdi işinin arasında bulduğu boşluklarda laflayabiliriz. çünkü cuma gününün rezervasyonları bile dünden geliyordu. insanlar akın balık'ı seviyor. bir kadeh beyaz da oraya yuvarlıyorum. lakerdaları kaymak gibi vallaha peynirleri de yağlı nefis tam rakılık. ben uzun zamandır rakı içmiyorum ama denk gelmiyor. yakında bursaya gideceğim belki orada arkadaşlarımla... neyse dağıtmayayım. yine fiyatlardan yine sektörden konuşuyoruz. aslında çoğu yerde sohbet bu noktada takılıp kalıyor. ortaklaştığımız nokta; hiç birimizin 2-3 sene öncesi standartlarımızı yakalayamıyor oluşumuz. tatsız bir mevzu ama gerçek bu. neyse, hava güzel, nefis içkiler içip leziz kebap ve mezeler yediğim bir gün. fazlasıyla keyifliyim.
***
tünelden istikale çıkıyorum. çiçekten geçerken nasılsın handan hanım diye sesleniyor biri, aaa serkan eski kuaförüm ama yeniden ona gitmeye başlayacağım çünkü benim semtimde son boyattığım saçtan hiç memnun kalmadım. serkan'la ayaküstü laflıyoruz. istediğin zaman gel diyor. kuaförler hiç küsmüyor ya başkasına gidince, iyi yapıyorlar.
***
kebaplar ve şöbiyet nasıl bir enerji verdiyse hadi şuradan cihangire ineyim diyorum kendi kendime ve iniyorum da. cihangir sakin, en eski kuaförüm kapatmış dükkanı. üzülüyorum, çok iyi bir kuafördü şenel. yoruldu belki, bilmiyorum. kapanan yer çok benim eskilerden. henüz tenha cihangir, sıraselvilerin başında broşür dağıtanlar var o kadar pek seçim havası yok. firuza bakıyorum, tanıdık yüz yok. eskiden benim gizemli editörüm burada otururdu, evinin önünden geçerken yüzüme hınzır bir gülüş yayılıyor. geçelim:) kaktüs'te bile tanıdık kimse yok. tuğrul nerelerde acaba diye bakınıyorum ama yok. artık eve dönsem, benden ayrı bedene çıkmak isteyecek ayaklarımı dinlendirsem deyip şişliye doğru yola alıyorum. yok yok yürüyerek değil. otobüsle.
***
şişlide çılgın bir seçim havası var. sanarsın tek şişli seçecek başkan! öyle bir müzik yayını öyle bir ellerinde broşür dans eden kadınlar, erkekler... elimde tatlıdan mezeye dolu bir torba var ama su yok su! en çok sesi çıkan standa yanaşıp suyunuz var mı diye soruyorum, hemen bir bardak su veriyorlar açıp içerken iktidar partisinin standı olduğunu görüyorum. teşekkür edip yaya kalabalığının arasında kendime yol bulmaya çalışarak zor da olsa eve varıyorum.
***
istanbul her zaman söylediğim bir günde bir çok şeyi bir arada sunan bir şehir ve ben de en çok böyle verimli günleri seviyorum. tabii bu kadar yürümenin sonunda akşam 9 da uyuyorum. evet 9 da:)))
sonra da sabah 7 de uyandım bir fincan kahveden ve bir dilim şöbiyetten sonra bu yazıyı yazdım. şimdi siz okurken ben kahvaltı hazırlayacağım.
günaydın.
Yorumlar
Yorum Gönder