portekizden istanbula notlar
antonio ile hikayeye devam edeceğim, o dursun biraz. portekizden döneli bugün tam bir ay oldu; çok unutmadan aklımda kalanları yazayım.
averio, küçük bir kasaba. hosteli, esnaf lokantası, tren istasyonu, kanalı ile turistik bir kasaba ama porto kadar büyük değil. 3. gün esnafla selamlaşıyorsunuz o kadar küçük ve samimi. portekizliler genel anlamda sıcak insanlar zaten. sizi rahatsız etmeyecek seviyede bir yakınlıkları var. her iki seyahatimde de çok rahat ettim ben gittiğim her kasabada. yalnız burada coimbra için bir parantez açayım. burada yanımda antonio olmasa biraz ürperebileceğimi fark ettim. akşamın erken bir saatinde polisin bir sürü esmer adamı duvara dayayıp ayakkabılarına kadar çıkarttırıp aradıklarını görmek, lokantanın kapısında yalnız başıma antonio'yu beklerken yine esmer bir bireyin dikkatli bakışlarına maruz kalmam falan küçük gibi görünse de yalnız gezerken dikkatli olmayı gerektirecek durumlar. grup halinde sokakta oturup bağıra çağıra konuşan erkek grupları da yine coimbrada var. buna rağmen tam teçhizatlı polisler de. demek ki var bir sorun. hiç bir kasabada ortalık yerde bu kadar polis görmediğimi de söylemem gerek. coimbrada biraz dikkatli olun.
agueda'da olabildiğince rahat olun. minnacık bir kasaba! ben iki gün kaldım, iki restoranda yedim, pazarda dedelerle şarap içtim. birinci restoran fatima ve patrişyanın restoranı diğerinin adını bile anımsamıyorum. işte geç yazmanın sonuçları. hepsi instada var:)
averio'da tavsiye edeceğim yerler fiyat kalite performansı yüksek, taze temiz günlük yemeklerin çıktığı casa olga, pizzaeburger, de suro otelin girişteki pastanesi öğle yemeği de çıkarıyor. tren istasyonundan aşağı yürürken sadece pork satan yerde bir sandviç deneyin bence. nicola.
alışveriş nereden yapacağız derseniz averio'da bir tane avm var. ben deri pantolonumu oradan aldım. kazağı çin pazarından. cumartesi günleri elişi pazarı pazar günü eskici/antika pazarı kuruluyor. sümenden kürke bir skala var antika/eskici pazarında, denk gelirse kaçırmayın. (sümen bilen kaç kişiyiz:)))
gaia, yine küçük bir kasaba; abreu'nun lokantası yemek yediğim tek yer. tren istasyonundan çıkınca yürüyerek 10 dakika ve tabii ki bir demiryolcu lokantası. ızgarada abreu abi var, serviste de genç bir kadın arkadaş. ben balık yedim, antonio et. bir şişe şarap ve başlangıçlarla hesap 28 euro gibi bişeydi. gayet leziz ve yine porsiyonlar büyük. balığı bitirdim ama patatesleri vs. hayır. bu kadar çok garitür bana fazla geliyor ama ülkenin mutfağından bakalau abiyi ve pattizi çıkarsan fakir kalır:)
okanus kıyısında yediklerim ve fiyatlar sonraya kalsın, bu yazı çok uzadı.
şimdilik bu notlara yine ara verip son okuduklarımdan / göz gezdirdiklerimden bahsedeceğim biraz.
****
fran lebowitz'i severim ben; tarzı, seri konuşması, huysuzluğu:) biraz da kendimi ona benzetiyorum sanki:) huysuzluk çokça:) türkçeye çevrilen kitabına göz gezdirdim. öncelikle baskıyı beğenmedim; çok küçük puntolarla basılmış olmasına bir anlam veremedim. fiziksel eksi kısımlarını geçip esastan eleştirime geleyim.
çeviriyi beğenmedim. kadın çat çat yazan ve konuşan biri bu kadar tıkız tıkız cümleler çeviriden kaynaklı. bir iki yerde çevrilmiş sözcüğün ana metinde çok başka adlandırılmış olduğu o kadar açık ki!
almadım kitabı ama bu ikisinden ziyade yazıların bana bir şey katmayacağını fark ettim; yani bunu şöyle örnekle açıklayayım: doksanlarda dergicilik yeni yeni gelişiyordu türkiyede ve hemen hemen bütün dergileri alıp deli gibi okuyordum. okuyanlardan anımsayan dahi çıkacaktır, o dergilerde az buçuk yabancı dil bilen insanların ingilizceden çevirip sayfa doldurduğu testler olurdu ve o testlerin içinde şöyle sorular ve yanıtlar olurdu;
- sevgilinizin pazar günü size zaman ayırmasını isterseniz ne yaparsınız?
yanıtların arasında, '' beyzbol sopasını saklarım'' gibi beyzbol nedir, beyzbol sopası neye benzer bilmeyen yurdumun genç kadın ve erkeklerine güya nasıl bir aşıksınız testi yaptırılırdı:)))) ahahha ya bu dergi tayfa yaşıyor hala, kesin anımsarlar ama ağa babaları hıncal öldü. neyse.
yani fran'ın yazdıkları böyle şeyler işte. yok diskotekte görgü kuralları, yok yaşadığım şehirde hizmetçi arayışlarım... kadının yaşamı bu amenna da bunları okumak, bunun için kitabı almak gereksiz geldi bana. geçelim. netflikşde martin scorsese ile söyleşisi var. onu izleyin eğer seviyorsanız fran'ı.
***
bir başka değinmek istediğim konu evet hepimizin artık derinden hissettiği pahalılık ve kalitenin yerlerde sürünüyor olması! hem deli gibi paralar istiyor mekanlar, menülere baktıkça kendi kendime söylenmemi geçtim oturup bu paraları verip yiyip içmek istersen bu sefer önüne gelen şey berbattan hallice oluyor.
mekanın ismini vermeyeceğim ama geçen gün yaşadığım bir olayı anlatmadan da geçmeyeceğim. a+ avmlerin birinde klasik kitap -market turunu yaptıktan sonra hadi bir öğle birası içip çıtır çerez bişeyler yiyeyim dedim. oturdum, bira söyledim yaktım sigaramı gelip geçene bakıyorum, en sevdiğim:))) neyse, garson elinde bardakla gelirken gerçekten görüntü bile '' ben bira değilim artık'' diye bağırıyordu! bişey demedim, masaya bıraktı gitti. bira dediğin bardağa döktüğünde içinde kabarcıkları olur, bayat değilse köpüğü olur. biranın köpüğü içeriden masaya gelene kadar -10 adım- gidiyorsa ya bardak kirlidir ya da bira bayattır. bira bütün kötü özellikleri gösteriyordu. bir yudum almamla bardağı alıp içeri gitmem aynı anda oldu. garsona bunun artık bira olmadığını şerbet gibi bişey olduğunu söyledim. yöneticileri yoktu mekanda, neyse çocuk gitti geldi. fıçının hava bişey bişeyinin bozuk olduğunu / açık kaldığını neyse bir sorun olduğunu söyledi. ahahah ben görünce anladım, senin müdürün bunu tatmıyor mu dedim. yenisini getirecekmiş. kalsın canım dedim, kalsın. tanıyorum yöneticisini, vatsaptan mekanının SOS verdiğini yazdım. el cevap; firma hatalı. yahu firma sana bozuk/hava almış ürün vermiş olabilir ama senin bunu müşteriye sunman daha büyük hata bana göre dedim. sonrası uzun uzun ama esasa dair hiç bir açıklaması olmayan mesajlar. ahahah en güldüğüm de böyle olunca para almıyoruz, demesi oldu. ahahah yani bunu yazan da mekan yöneticisi. diyecek bir şey yoktu. bu zihniyetin eğitilebilir olması geçmiş artık. kalktım mekandan, markete gittim kendime içki alıp evime geldim. sanırım yapılacak en iyi şey bu şu anda istanbulda.
iyisi yok mu handan? var. yine en son gittiklerimden arter galerinin içindeki divan cafe ve güler ocakbaşı. divan'da yediğim salata malzeme tazeliği ve lezzet olarak gayet iyiydi. çorba bildiğin domates çorbasıydı, üstünde kaşar ve kızarmış ekmek parçaları yoktu. başka başka zamanlarda da yediğim çörekler yemekler hep belli bir kalitenin üstünde. divanlar hala iyi.
güler ocakbaşı bir semt meyhanesi sayılabilir. öğle saatlerinde banka çalışanlarının sıklıkla tercih ettiği bir mekan, bu yüzden 12.30-13-30 arası kalabalık oluyor, bir öğle rakısı/şarabı içeyim ama kafam şişmesin diyorsanız bekleyin saat 14.00 olsun öyle gidin. masaya klasik tulum&tereyağı geliyor. salata yine öyle. kalabalık olmasına rağmen servis çok aksamıyor ama öyle şarabınızı da takip etmiyorlar yani. saki siz ya da arkadaşınız olacak. iki kişi bir şişe kırmızı paylaşıp mezeyi çok abartmadık biz, iki adana ile 1500 gibi bişey geldi hesap. biraz fazlalaştırırsanız çok rahat 2000 lik olursunuz.
bu fiyatlar hakikaten çok yüksek! ne kiralarla ne de personel giderleri ile açıklanmayacak fiyatlar bunlar. yahu euro bölgesinden daha pahalı olur mu tl ile kazanan bir coğrafya!? alalallalla iki kişi başlangıçlı peynirli iki şişe şaraplı ve viskili tatlılı yemek üstü brendi ikramlı devasa porsiyonlara sahip yemeğe 80 euro hesap ödedi antonio be! bizim yediğimiz et menülerinin gramajı bunların yanında kuş yemi kadar kalıyor:) hiç bir porsiyonu bitiremedim ben portekizde! iki kişi bir porsiyon söyleyeyim teklifim de hep ''lokantacılar böyle müşteriden hoşlanmaz/mutsuz olurlar.'' yanıtıyla reddedildi:)
istanbul çok pahalı ve pahalı olduğu kadar da kötüleşmeye başladı. bu yıl iyice hissediyoruz bunu. ekşi sözlükte açılan restoran fiyatlarının çıldırmış olması ve ekonomik durumun getirdiği sonuçlar ve değişen tüketim alışkanlıklarımız başlıkları dikkate değer başlıklar. sosyolojik araştırmalara veri olacak günlük yaşama dair çarpıcı tespitler ve yazılar var sosyal medyada.
ben n'apıyorum? standartlarımı tabii ki herkes gibi biraz düşürdüm. kozmetik ürünlerde jöle vs. gibi saçlarım çok sağlıklı olduğundan kuaför toptancısından aldığım daha ucuz ürünleri kullanmaya başladım mesela. organik pazara biraz da havalar soğudu diye iki üç haftadır gitmiyorum, marketten aldığım yeşillik ve sebzeler tabii ki organik pazardan ucuz. bunun yanında ben zaten çok kıyafet alan biri değilim. en son averio'dan deri pantolon ve kazak aldım işte. kozmetik ve içkileri de duty freeden halletmiştim. merdiven altı ürünlere yüz vermem, nihayetinde yalnız yaşayan ve geliri kötü olmayan biriyim. ama yaşananlar ve sıkça dışarıda yemek yiyememek canımı sıkıyor mu? evet, en çok bu canımı sıkıyor.
et ve süt ürünleri özellikle peynir için ayrı bir yazı yazacağım. çünkü o konu hakikaten ciddi bir konu. iyi bir peynirin kilosu 500lere dayandı! ay bayılazaim!!! gerçekten.
***
sabah sabah çat çut yazdım bu yazıyı. şimdi bir sigara yakayım siz okurken. siz neler yapıyorsunuz bu gidişatta kendinizi korumak için?
günaydın
Yorumlar
Yorum Gönder