aveiro'dan coimbra'ya oradan okyanus kıyısında figueira da foz'a bir portekizde aşk masalı
21 gün sonra dönmek üzere alana geldiğimde epeyi hüzünlüydüm. normalde duty freede gezmeyi ve yiyip içmeyi seven ben bir kısa alışverişten sonra oturup uçağı bekledim. nedeni en sonda.
porto'ya indiğimde tabii ki bir portekiz klasiği olarak yağmur yağıyordu. şehre ikinci kez geliyor olmanın rahatlığıyla önce hostele attım çantayı sonra mimi'nin restoranına gittim.
sabah dinlenmiş bir şekilde uyanınca önce tren istasyonuna gidip hangi kasabalara tren kaçta diye bir baktım, sonrası o mu bu mu derken hiç bir sebebi yokken aveiro'ya karar verdim. yukarı viana de castelo için tren değiştirmem gerekiyordu. ilk günler için istemedim. sonra da hiç olmadı zaten:))) ne diyordum, averio; bir saat sonra trenden inmiş meydana bakıyordum. yağmur altında şehre yürüyüp önce güzel bir balık çorbası içtim. sonra bir iki saat resepsiyonu olmayan, hep telefon üzerinden rez. yaptırılan hostelleri görüp biraz sinirlenip biraz da yoruldum. sonunda bir hostel çalışanı tren istasyonunda bir oteli söyledi. geri döndüm, şansıma yer vardı ve ben artık hostel aramayıp 35 euroya otele yerleştim. aslında hikaye burada mı başlıyor yoksa benim sebepsiz yere aveiro demem ile mi başlıyor, okuyunca siz karar verin. biraz dinlendim, acıkmıştım.
bir şehre ilk gittiğimizde tabii ki şehrin neresi güvenli neresi değil neresi ekonomik neresi pahalı pek bilmiyoruz. mesela ben bu gezide öğrendim tren istasyonu civarı şehrin en ekonomik mahallesi. ilk akşam aşağı turistik bölgeye inme niyetim olmadan bir şeyler yemek için çıktım, gördüğüm ikinci açık yere pizzaburgear'e girdim ve kader ağlarını örmeye başlamıştı sanırım.
bara tünedim, bira ve et söyledim. yanımda oturan kadın, ana, ile tanıştık, çata pat ingilizcemiz ile lafladık. biliyorsunuz ben orada yaşayan insanların gittiği barları/lokantaları seviyor ve onlara ''dedelerin meyhanesi'' diyorum. yunanda da çok severim, portekizdekileri de sevdim. diğer abiler de katıldılar sohbete, e alnımızda yazmasa da aksanımızdan turist olduğumuz anlaşılıyor.
geceyi erken bitirip nefis seramiklerle kaplı otelime döndüm.
ertesi gün averio'yu epeyi gezdim, ilk gün bulamadığım iyi bir de hostel buldum, sonraki günler için orayı ayarladım, çünkü trenle diğer kasabalara gidip gezip dönmek gibi bir fikrim vardı. akşama kadar o sokak senin bu tiyatro binası benim bu meydan senin öbürü benim gezdim durdum. hem de yağmur altında! kaçıyor ya şehir;) te allaam ya!
artık istasyon tarafının şehrin yerlilerinin gittiği mekanlara sahip olduğunu anlamıştım. otelime döndüm biraz dinlendim ve hadi gidip kendime yine pizzacıda bir şeyler ısmarlayayım deyip çıktım otelden.
bara girdim, yine aynı en köşedeki tabureye oturdum. içkimi söyledim, ana ve diğer abiler yoktu, sohbet edecek kimse de yok demekti bu. telefonla vakit geçirirken bir ara kafamı kaldırdım ve bana bakan bir çift göz gördüm. barın öteki köşesinde oturan bir adam, gülümsedi, gayet normal bardayız ve selamlaşma gülümsemesi gibi... diye düşündüm. hafif bir gülümseme ile karşılık verdim. sonra yine telefona gömüldüm, bir ara içkimi tazelemek için kafamı kaldırdım, adam yine gülümsüyor. hımmmmm ya yakışıklı da hadi ben de büyük gülümseyeyim dedim.
sonra kalktı barı dolaşıp dışarı çıkacakken yanımda duraksayıp ''smoke'' dedi soru vurgusuyla. ben içki i,çerken sigara içerim başka zaman kolay kolay içmem, olur dedim kalktım kapıya çıktık sigara içerken tanıştık.
antonio. antonio ile olan maceramız orada başladı.
***
devam edecek.
Yorumlar
Yorum Gönder